22 kasım 1990.. kar yağıyor.
"bir an önce başlamalıyız" dedi ahmet. endişeliydi. işlerin yolunda gitmemesi ihtimali aslında hepimizi tedirgin etse de bundan en çok korkan ahmet idi. pimpirikli bir çocuktu ahmet. bıyıkları yeni terleyen bir delikanlıydı. tam bir görev adamıydı.
"başlarız ahmet" dedim umarsızca. tedirginliğimi ona hissettirmemek için uğraşıyordum. gözlerimde korkunun ufacık bir kırıntısını bile görmek yıkardı onu çünkü. korktuğumu, çekindiğimi görmemeliydi. görmedi de.
"iyi de zaman gittikçe azalıyor abi, nasıl bu kadar rahatsınız?" dedi ahmet tekrar. bi an sinirlendim ama çabuk geçti. dedim ya severdim ahmeti. bıyıkları yeni terliyordu o sıralar.
"iyi de zaman gittikçe azalıyor abi, nasıl bu kadar rahatsınız?" dedi ahmet tekrar. bi an sinirlendim ama çabuk geçti. dedim ya severdim ahmeti. bıyıkları yeni terliyordu o sıralar.
zaman sonra diğer arkadaşlar da sırayla gelmeye başladılar eve. ev dediğime de bakmayın, ataşehir de sıradan bir stüdyo daire. ama sıcaktı ortam. bizbizeydik ve yaklaşmakta olan devrimin heyecanı ile orası bize saray gibi geliyordu. herşey orada başlamıştı çünkü.
bizler heyecanlıydık.
ertesi gün..
karar alınmıştı. bugün başlayacaktı. ne olacaksa hemen şimdi olacaktı. tarihe öyle ya da böyle geçecektik.
bildiriler, pankartlar, kısaca herşey hazırdı artık. ve evden çıktı. taksime doğru emin adımlarla gidiyorduk. kadıköy'de ilk grupla buluştuk. taksime yürüyüşümüz daha bir coşkulanmıştı. sloganlar atılıyordu. mecidiyeköy'den ikinci grubu da almamızla birlikte coşku doruklardaydı artık, içimizde ki coşkunluğu durdurabilecek kimse yok gibi geliyordu.
ahmet'in bıyıkları terden sırılsıklamdı. ve artık taksim'e gelmiştik. istiklal hiç bu kadar büyük gözükmemişti gözüme. siviller etrafta dolaşıyordu ve biz korkmuyorduk. kolkola girip yürümeye başladık akm'nin önünden. her adımımızda sanki yer sallanıyordu. her adımımızda yüzümüzü yakan o soğuğun etkisi azalıyordu. her adımımızda softaların bacakları tir tir titriyordu beyoğlunda. hissediyorduk.
kızılkayalar'ın önüne geldiğmizde başladı herşey. ahmet bir an durdu. şöyle bir etrafına baktı önce. gözüm ondaydı. tedirginliği başımıza iş açacaktı bunu biliyordum. ataşehir'den çıktığımızdan beri çaktırmadan takip ediyordum gözlerimle onu. ve birden bağırmaya başladı.
"hayır, olamaz!! bu tam bir felaket" diye bağırıyor, bağırıyordu..
gittim yanına, "yoldaş" dedim "ne oldu??" mecidiyeköy grubunun lideri rüstem'in ayağında deri converse vardı, onu işaret etti. siyahtı converse, hoşuma da gitmişti (2007 senesinde aynısından bulup aldım). ama hoşuma gittiğini o an ahmete söylemedim. söylesem kıyamet kopardı. sezmiştim.
"yoldaş takılma bunlara dedim" hafif esprili bir şekilde. o takıldı. gözünden bir iki damla yaş geldi. siviller bize doğru geliyordu. ve ben, o an ahmet'in gözündeki endişeyi, korkuyu, unutulmuşluğu, boşverilmişliği, kenara köşeye itilmişliği gördüm..
converse ile olmazdı. halbu ki ne kadar da yakındı birbirine o yıldızlar..
adidas ile de olmadı
0 yorum:
Yorum Gönder
yorum yaparken kimseyi kırmamanızı, yorumlarınızı hukukî çerçeve içerisinde (taşırmadan) yapmanızı istemek zorundayım. şu an baskı altındayım ve silah zoruyla bunları yazıyorum.